top of page
Aboriginal
kelimesi anlamı:
(adjective, noun)
yerli, yerel, ilk, özgün, aborijin.
(adjective, noun)
yerli, yerel, ilk, özgün, aborijin.
Benzer Anlamlılar:
indigenous, native, original, local
Zıt Anlamlılar:
modern, contemporary, new
İlgili Kelimeler:
aborigine, aboriginally, aboriginal culture, aboriginal rights
Aboriginal
kelimesi cümlede kullanımı:
1. Yerli:
Bir bölgenin ilk sakinlerine veya orada uzun süredir yaşayan insanlara ait olan
The Aboriginal people have lived in Australia for thousands of years.
(Aborijin halkı, binlerce yıldır Avustralya'da yaşamaktadır.)
She is studying the history of Aboriginal cultures in Canada.
(O, Kanada'daki yerli kültürlerin tarihini inceliyor.)
Aboriginal traditions are an integral part of their identity.
(Yerli gelenekler, onların kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır.)
2. İlk:
Bir yerin ilk sakinlerine veya ilk görülen, var olan şeylere ait olan
The aboriginal inhabitants of the island had a rich culture.
(Adanın ilk sakinleri zengin bir kültüre sahipti.)
Aboriginal art often depicts the natural world and spiritual beliefs.
(İlk sanat, genellikle doğal dünyayı ve manevi inançları tasvir eder.)
The researchers discovered aboriginal tools that date back thousands of years.
(Araştırmacılar, binlerce yıl öncesine ait ilk aletleri keşfettiler.)
3. Özgün:
Bir şeye özgü, yerli olan ve başka yerlerde bulunmayan
These plants are aboriginal to the region and are not found elsewhere.
(Bu bitkiler bölgeye özgüdür ve başka yerlerde bulunmaz.)
Aboriginal languages are a key part of the cultural heritage.
(Özgün diller, kültürel mirasın önemli bir parçasıdır.)
The festival celebrates the aboriginal music and dance of the area.
(Festival, bölgenin özgün müziğini ve dansını kutlar.)
1. Yerli:
Bir bölgenin ilk sakinlerine veya orada uzun süredir yaşayan insanlara ait olan
The Aboriginal people have lived in Australia for thousands of years.
(Aborijin halkı, binlerce yıldır Avustralya'da yaşamaktadır.)
She is studying the history of Aboriginal cultures in Canada.
(O, Kanada'daki yerli kültürlerin tarihini inceliyor.)
Aboriginal traditions are an integral part of their identity.
(Yerli gelenekler, onların kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır.)
2. İlk:
Bir yerin ilk sakinlerine veya ilk görülen, var olan şeylere ait olan
The aboriginal inhabitants of the island had a rich culture.
(Adanın ilk sakinleri zengin bir kültüre sahipti.)
Aboriginal art often depicts the natural world and spiritual beliefs.
(İlk sanat, genellikle doğal dünyayı ve manevi inançları tasvir eder.)
The researchers discovered aboriginal tools that date back thousands of years.
(Araştırmacılar, binlerce yıl öncesine ait ilk aletleri keşfettiler.)
3. Özgün:
Bir şeye özgü, yerli olan ve başka yerlerde bulunmayan
These plants are aboriginal to the region and are not found elsewhere.
(Bu bitkiler bölgeye özgüdür ve başka yerlerde bulunmaz.)
Aboriginal languages are a key part of the cultural heritage.
(Özgün diller, kültürel mirasın önemli bir parçasıdır.)
The festival celebrates the aboriginal music and dance of the area.
(Festival, bölgenin özgün müziğini ve dansını kutlar.)
Aboriginal
kelimesi ile ilgili cümle örnekleri:
- She was fascinated by the aboriginal art at the gallery. (O, galerideki yerli sanattan büyülendi.)
- He learned about aboriginal cultures in his history class. (O, tarih dersinde yerli kültürleri hakkında bilgi edindi.)
- The aboriginal tribes have lived here for thousands of years. (Yerli kabileler burada binlerce yıldır yaşıyorlar.)
- They respected the aboriginal traditions of the land. (Onlar, bu toprakların yerli geleneklerine saygı gösterdiler.)
- She was taken aback by the beauty of aboriginal music. (O, yerli müziğin güzelliği karşısında şaşkına döndü.)
- The government made efforts to protect aboriginal rights. (Hükümet, yerli haklarını korumak için çaba sarf etti.)
- He visited an aboriginal community during his trip to Australia. (O, Avustralya gezisi sırasında bir yerli topluluğunu ziyaret etti.)
- The aboriginal languages are rich in history and culture. (Yerli dilleri, tarih ve kültür açısından zengindir.)
- She was completely aback when she saw the aboriginal dance performance. (O, yerli dans gösterisini gördüğünde tamamen şaşkına döndü.)
- They studied the aboriginal artifacts found in the area. (Onlar, bölgede bulunan yerli eserleri incelediler.)
- The aboriginal people have a deep connection with nature. (Yerli halkın, doğayla derin bir bağı vardır.)
- He was impressed by the aboriginal storytelling traditions. (O, yerli anlatı geleneklerinden etkilendi.)
- The aboriginal legends have been passed down for generations. (Yerli efsaneler, nesilden nesile aktarılmıştır.)
- She was surprised to learn about the aboriginal methods of survival. (O, yerli hayatta kalma yöntemlerini öğrenince şaşırdı.)
- The aboriginal symbols in the artwork were full of meaning. (Sanat eserindeki yerli semboller anlam doluydu.)
- The researcher was aback by the complexity of aboriginal spirituality. (Araştırmacı, yerli ruhaniyetinin karmaşıklığı karşısında şaşkına döndü.)
- They admired the aboriginal craftsmanship in the handmade tools. (Onlar, el yapımı aletlerdeki yerli zanaatkarlığına hayran kaldılar.)
- The aboriginal elders shared their wisdom with the younger generation. (Yerli yaşlılar, bilgilerini genç nesille paylaştılar.)
- He felt a strong sense of respect for the aboriginal guardians of the land. (O, yerli toprak koruyucularına karşı güçlü bir saygı duygusu hissetti.)
- The preservation of aboriginal culture is important for future generations. (Yerli kültürünün korunması, gelecek nesiller için önemlidir.)
Comments:
bottom of page