top of page
kelimeKafe.com
Abjure
kelimesi anlamı:
(verb)
feragat etmek, yemininden dönmek, vazgeçmek.
(verb)
feragat etmek, yemininden dönmek, vazgeçmek.
Benzer Anlamlılar:
renounce, recant, retract, repudiate, forswear
Zıt Anlamlılar:
accept, embrace, acknowledge, approve
İlgili Kelimeler:
abjured, abjuring, abjure allegiance, abjure a belief
Abjure
kelimesi cümlede kullanımı:
1. Vazgeçmek:
Bir düşünceden, inançtan veya davranıştan resmi olarak vazgeçmek veya reddetmek
He decided to abjure his former beliefs.
(Eski inançlarından vazgeçmeye karar verdi.)
She abjured her allegiance to the old regime.
(Eski rejime bağlılığından vazgeçti.)
They were forced to abjure their religious practices.
(Dini uygulamalarından vazgeçmeye zorlandılar.)
2. Yeminle Reddetmek:
Bir şeyi yapmamaya veya bir şeyi kabul etmemeye yemin etmek
He abjured his involvement in the conspiracy.
(Komploya katıldığını yeminle reddetti.)
She abjured all claims to the inheritance.
(Mirasa dair tüm iddialarını yeminle reddetti.)
The witness abjured any knowledge of the crime.
(Tanık, suça dair herhangi bir bilgisi olduğunu yeminle reddetti.)
3. Terk Etmek:
Bir alışkanlığı veya davranışı terk etmek
He decided to abjure alcohol for the sake of his health.
(Sağlığı için alkolü terk etmeye karar verdi.)
She abjured her previous lifestyle and started anew.
(Önceki yaşam tarzını terk etti ve yeniden başladı.)
They abjured their former ways and adopted a simpler life.
(Eski alışkanlıklarını terk ettiler ve daha basit bir yaşam benimsediler.)
1. Vazgeçmek:
Bir düşünceden, inançtan veya davranıştan resmi olarak vazgeçmek veya reddetmek
He decided to abjure his former beliefs.
(Eski inançlarından vazgeçmeye karar verdi.)
She abjured her allegiance to the old regime.
(Eski rejime bağlılığından vazgeçti.)
They were forced to abjure their religious practices.
(Dini uygulamalarından vazgeçmeye zorlandılar.)
2. Yeminle Reddetmek:
Bir şeyi yapmamaya veya bir şeyi kabul etmemeye yemin etmek
He abjured his involvement in the conspiracy.
(Komploya katıldığını yeminle reddetti.)
She abjured all claims to the inheritance.
(Mirasa dair tüm iddialarını yeminle reddetti.)
The witness abjured any knowledge of the crime.
(Tanık, suça dair herhangi bir bilgisi olduğunu yeminle reddetti.)
3. Terk Etmek:
Bir alışkanlığı veya davranışı terk etmek
He decided to abjure alcohol for the sake of his health.
(Sağlığı için alkolü terk etmeye karar verdi.)
She abjured her previous lifestyle and started anew.
(Önceki yaşam tarzını terk etti ve yeniden başladı.)
They abjured their former ways and adopted a simpler life.
(Eski alışkanlıklarını terk ettiler ve daha basit bir yaşam benimsediler.)
Abjure
kelimesi ile ilgili cümle örnekleri:
- She decided to abjure her old beliefs. (O, eski inançlarını reddetmeye karar verdi.)
- He was forced to abjure his previous statements. (O, önceki ifadelerini geri çekmek zorunda kaldı.)
- They asked him to abjure his allegiance to the group. (Ondan gruba olan bağlılığını reddetmesini istediler.)
- She abjured the use of violence in any form. (O, herhangi bir şekilde şiddet kullanmayı reddetti.)
- He publicly abjured his former opinions. (O, eski görüşlerini kamuya açık bir şekilde reddetti.)
- She abjured her citizenship in order to move abroad. (O, yurtdışına taşınmak için vatandaşlığını reddetti.)
- They were pressured to abjure their religious practices. (Onlar, dini uygulamalarını reddetmeleri için baskı gördüler.)
- He abjured his loyalty to the old regime. (O, eski rejime olan sadakatini reddetti.)
- The leader abjured his past mistakes during the speech. (Lider, konuşma sırasında geçmişteki hatalarını reddetti.)
- She was asked to abjure her connections with the organization. (Ondan, örgütle olan bağlarını reddetmesi istendi.)
- The king demanded that the traitor abjure his treasonous actions. (Kral, hainin ihanet dolu eylemlerini reddetmesini talep etti.)
- The monk chose to abjure worldly pleasures. (Münzevi, dünyevi zevklerden vazgeçmeyi seçti.)
- He abjured his ties with the criminal underworld. (O, yeraltı suç dünyasıyla olan bağlarını reddetti.)
- They were required to abjure their former alliances. (Onlar, eski ittifaklarını reddetmek zorunda kaldılar.)
- The politician was compelled to abjure his controversial remarks. (Politikacı, tartışmalı açıklamalarını geri çekmeye zorlandı.)
- She abjured her family’s expectations to pursue her own path. (O, kendi yolunu takip etmek için ailesinin beklentilerini reddetti.)
- He abjured his membership in the secret society. (O, gizli topluluğa olan üyeliğini reddetti.)
- The witness was coerced to abjure his testimony. (Tanık, ifadesini geri çekmeye zorlandı.)
- In the face of danger, he refused to abjure his principles. (Tehlike karşısında, prensiplerinden vazgeçmeyi reddetti.)
- The philosopher abjured all material possessions in search of enlightenment. (Filozof, aydınlanma arayışında tüm maddi varlıklarını reddetti.)
Comments:
bottom of page